Türkan Saylan’a 83. doğum günü mektubu


Hukuku hiçe sayanlar bir gün hukuka muhtaç kalırlar. Tarih böyle söylüyor. Hukukun var olduğu yeni ülkemiz ve yaşınız olsun…
Dokunulmazlara dokunan sevgili hocam Türkan Saylan, her yıl, 13 Aralık doğum gününüzde size mektup yazıyorum.
2016 yılında size yazdığım mektupta 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişimi dahil, öncesini ve OHAL sürecindeki son gelişmelerini aktarmıştım.
Anayasa referandumu sonrası 24 Haziran 2018 tarihinde bir seçim yaşadık. Cumhurbaşkanı ve milletvekillerini seçtik.
Sonrasında ülkemiz Cumhurbaşkanı kararları ile yönetilmeye başlandı. Milletvekillerinin demokrasiye katkısı neredeyse yok oldu.
Eskiden padişahlıklar, krallıklar, monarşiler, oligarşiler yaşanmıştı. En sonunda insanlık parlamenter demokrasiye geçmişti. Parlamenter demokraside insanlar ve insan hakları en değerli görülürdü. Eşit haklar içinde değerlendirilirdi kişiler. Hukuk, sorumsuzlukların sınırı olarak bilinirdi. Yargı, seçimle işbaşına gelenleri seçmen adına denetlerdi. Demokrasi, yönetilenlerin yönetenleri hukuk ile denetleyebildiği sistemin adı idi.
Dünyamızda yaşananlar şöyle;
Dünyada şimdi yeni bir sistem egemen olmaya başladı. Adını da ben koyuyorum. “Parlamenter faşizm”.
Faşist yönetimlerde tek kişi egemenliği ya atadan gelir, ya da güç ile gelirdi. Günümüz dünyasında tek kişi egemenliği seçimle geliyor. Seçimi kazanan kişiler gücü ele geçirdikleri anda, insanları “bana oy verenler/ vermeyenler” diye bir ayırmaya, kendilerine oy verenleri kayıran, diğerlerini de gerekirse ırkıyla, gerekirse diniyle, mezhebiyle yok sayarak tek otorite haline gelmekteler.
Ülke yönetenler, ülkelerinin adıyla değil, neredeyse ülkeler, yöneten tek adamların isimleri ile anılır hale geldi. Çözüm için iktisadi savaş ve silahlı savaş dışında bir uzlaşma ortamı olmadığı inancını ortaya koymaktalar.
Ülkemizde olanlara geçersek;
Sayıştay kamu harcamalarını denetler. Tespit ettiği yolsuzluk ve kayıplar milyarlarla ifade edildi. Hukukun egemen olduğu bir ülkede yer yerinden sarsılır ve birçok ilgili ve bakan istifa ederdi. Tespitler var ama tespit edenler uzaklaştırılıyor görevden.

Atatürk’e saldırıldı
Çocukken okuduğumuz bir andımız vardı. Andımızın okullarda okunması yasaklanmıştı. Danıştay yasaklama kararını hukuka aykırı buldu. Aman bir saldırı, bir saldırı. Bir hukuk devletinde yargı kararı tartışılamazken bu kararın tanınmayacağı açıklandı. Türküm, doğruyum, çalışkanım demek aşağılandı. Danıştay üyeleri ile ilgili birçok hakaretâmîz ifade kullanıldı. Atatürk’e saldırıldı.
Yetmez gibi, Diyanet İşleri Başkanı, akli melekeleri yerinde olmadığı raporlanmış ve Atatürk’e olmadık hakaretler yapan birini resmi kıyafeti ile ziyaret etti. Atatürk’e hakaretler ve heykellerine saldırılar neredeyse suç olmaktan çıkartıldı.
Sizi üzecek haberlerden bir tanesini daha yazarak son vereyim mektubuma. Sizin “kızlarımız okusun, berdel verilmesin” çabalarınıza inat, son 18 ayda 22.000 çocuk hamileliği tespit edildi ülkemizde. Yani her gün 40’dan fazla çocuğumuz, daha kendileri çocukken anne olmaya zorlanmış.
Ama her şeye rağmen güzel şeyler de oluyor.
Sizin o hasta halinizle Ergenekon terör örgütü üyesi diyerek evinizi sabah 5’te basmışlardı ya. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yöneticileri beraat ettiler. Bazı sanıklar hakkında süren davada da savcının esas hakkında mütalaası ile davanın temelsiz olduğu tekrar tescil ediliyor.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde, Cüzzamla Savaş Derneği’nde okul giderlerini karşılayamayacak kızlarımız öncelikli olmak üzere çocuklarımız için aynı çabalar sürdürüyoruz. Cüzzamla Savaş Derneği’nde tadilat yaptık ve bir anı evi oluşturduk. Sizin bir hastanız ile birlikte balmumu heykelinizi de koyacağız. Ziyaretçiler sizin o sıcak yüreğinizi yakından görsünler istedik.
Hukuku hiçe sayanlar bir gün hukuka muhtaç kalırlar. Tarih böyle söylüyor. Hukukun var olduğu yeni ülkemiz ve yaşınız olsun.
Sizi çok özledi geleceğin aydınlık ışığı çocuklarımız.
Çok özledik.
İyi ki doğdunuz, iyi ki vardınız, iyi ki varsınız.

AV. HÜSEYİN KARATAŞ
Kaynak:
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/turkan-saylana-83-dogum-gunu-mektubu-1168479

77. Doğum Gününde Türkan Saylan’a Mektup

Hani şu evinizde arama yapıldığı gün pencereye çıkıp sağ elinizi sol elinizin içine diklemesine koyarak “es”- “mola” işareti yapmıştınız ya… Ülkemizin ve dünyanın gerçekten bir molaya ihtiyacı var.

Dokunulmazlara dokunan Sevgili Hocam, Türkan Saylan…

Doğum gününüzde sizi anmak çok güzel bir duygu.. Sizin bu ülke insanına verdiklerinizi düşündükçe bu ülkede doğmuş olmanızın bizim için şans, bugün yaşadıklarımızı düşündükçe de aramızdan erken ayrılışınızın ne büyük şanssızlık olduğunu düşünüyoruz.

Papatyalarınız ve saçtığınız ışık içerisinde elbette olan biteni biliyorsunuz… Ama bir de biz anlatalım bugünlerde ülkemizde yaşananları…

11-12 yaşında berdel verilen, satılan, evlendirilen ve her geçen gün sayıları artan küçük kız çocukları sizi çok özlediler.

“Tam sizin kurduğunuz, halen 60.000 kız öğrencinin burs aldığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs alarak ortaokula gideyim derken beni babam yaşındaki bir adamla evlendirdiler. Duyduğum kadarıyla hayatın anlamı bu değilmiş, öyle söylüyormuşsunuz… Ben çok mutsuzum… Hocam bize dokunun, yaşamanın anlamını öğretin” diyorlar.

Eğitimde çağdaşlık

Bu kız çocuklarının anneleri sizi çok özlediler.

“Kızımın kaderi benim kaderim gibi olmayacaktı yaşasaydınız. Toplumu ikna ediyordunuz. Neden erken gittiniz?” diyorlar.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs alarak eğitimlerini tamamlamış, çalışan, üreten, güleryüzlü binlerce öğrenci sizi çok özledi.

“Hocam, eğitimde çağdaşlık, yerini dogmalara bıraktı. Hangi yüzyıldayız hocam?” diyorlar.

Okullarının ismindeki “Atatürk” çıkartılan, yerine “Tenzile” yazılan okul öğrencileri sizi çok özlediler.

“Ülkemizi düşman istilasından kurtaran ‘Atatürk’ ismi zaten artık kullanılmaz oldu. Kimi sadece ‘Gazi’ diyor. Kimi de sadece ‘Mustafa Kemal’. Ülkemizi emperyalistlerden kurtaran ‘Atatürk’ ismi neden çıkartılır zihinlerden ve okulumuzun isminden?” diye soruyorlar.

19 Mayıs’ın anlamı

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı coşkuyla yaşamak isteyen gençler, çoluk çocuk tüm halkımız sizi çok özledi.

“Hocam, dünyada hiçbir ülkede benzeri olmayan Çocuk Bayramı’nın ve sizi de maalesef toprağa verdiğimiz 19 Mayıs’ın bizim için çok büyük anlamı vardı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıç tarihiydi. ‘Bağımsızlık verilmez, alınır’ dediğimiz gündü. Her yıl alanlarda coşkuyla kutlardık. Spor sahalarına gider, spor gösterileri yapardık. Yasaklandı Hocam… Üşüyor muşuz(!)… 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamamız, Anıtkabir’e gidişimiz yasaklandı. Gitmek isteyenlerin gözüne biber gazı, üstüne tazyikli su sıkıldı. Ama yılmadık, yıktık bariyerleri, yürüdük Anıtkabir’e. Birileri Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, bağımsızlığımızı, Cumhuriyetimizi unutturmaya mı çalışıyor?” diye soruyorlar.

Suçlanan, haklarında davalar açılan, bin yıllık hukuk geleneği olan suçlunun suçunu ispat mahkemelerin görevi iken suçsuzluğunu ispat etmek zorunda bırakılan yazar, çizer, asker, sivil ve milletvekili yurttaşlarımız sizi çok özlediler.

“Yurdumuz şu günlerde demir ağlarla değil ama demir parmaklıklarla örülmüş durumda hocam… Siz bunları çok yaşamıştınız… Son nefeste bile savunma zorunda bırakılmıştınız. ‘Son Nefeste Son Savunma’ kitabınızı okuduk. Anladık, defalarca aynı suçlamalar nedeniyle beraat ettiniz. Peki, nasıl dayandınız bu zulme? O beraat kararlarını veren hâkimler nerede şimdi? Hukuk nerede? Anlat bize” diyorlar.

İlkbahar ve sonbahardan sonra “Arap Baharı”nı öğrenen çocuklarımız sizi çok özlediler.

“Tunus’ta iktidara karşı yürüyüşler başladığında öğrendik bulaşıcı Arap Baharı’nı. Ertesi gün bütün dünya basınında ‘Başka Hangi Arap Ülkelerine Sıçrar’ başlığı atıldı. Nereden biliyorlardı Hocam? Kaddafi’yi linç ettiler. Mısır’da Mübarek’i zincirlere vurdular. Suriye’de hâlâ kan gövdeyi götürüyor. İran, ‘Sıra size geliyor’ dedi. Çok korkuyoruz. Arap Baharı bize de gelir mi? Arap Baharı bağımsızlığı kaybettiren bulaşıcı bir baharmış anlaşılan. Bize iki bahar yetmez mi? Bağımsızlığımızı yitirecek miyiz Hocam?” diye soruyorlar.

Komşularla sıfır sorun diyenler

Askerde çocuğu olan anneler sizi çok özlediler.

“Komşularla sıfır sorun diyerek yola çıkanlar, sıfır komşulu haline getirdiler ülkemizi. Suriye ile bir yıla yakın süredir savaşın eşiğindeyiz, Hocam. Savaşta biz ve çocuklarımız ölecek. Savaş kararı verenlerin çocuklarının öldüğünü tarih yazmıyor. Büyük önder Atatürk, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ dememiş miydi?” diye soruyorlar.

Yurdu parça parça yabancılara satılan, evsiz barksız halkımız sizi çok özlediler.

“Yabancılara mülk satışı konusunda kanunda olan mütekabiliyet şartı kaldırıldı hocam. Artık Türkiye vatandaşına saksı toprağı dahi satmayan ülke vatandaşlarına da vatan toprağı satılıyor. O ülkeleri de Bakanlar Kurulu belirliyor. Türkiyemden mülk alabilecek ülke sayısı 62’den 129’a çıkarıldı. Evvelden bir yabancı 30 dönüm vatan toprağını alabiliyorken bu miktar 300 dönüme çıkarıldı. Bakanlar Kurulu bu miktarı 600 dönüme de çıkartabiliyor. Vatan her gün biraz küçülüyor. 30 yıl çalışsak bir ev alacak para biriktiremiyorduk. O para yabancı için oyuncak parası. Bizi neden zengin yabancı ile rekabet etmek zorunda bırakıyorlar? Benim ülkemi yönetenler benim ülkemi bana neden çok görüyorlar hocam?” diye soruyorlar.

İşte böyle, Sevgili Hocam.

Daha anlatılacak o kadar şey var ki, kalpleri sıkıştıran.

Halkımız “Dokunamıyoruz Hocam” diyor.

Hani şu evinizde arama yapıldığı gün pencereye çıkıp sağ elinizi sol elinizin içine diklemesine koyarak “es”- “mola” işareti yapmıştınız ya… Ülkemizin ve dünyanın gerçekten bir molaya ihtiyacı var. İnsanlığın bir nefes almaya, silahlarını bırakmaya ve karşısındakinin insan olduğunu görmeye ve kabul etmeye ihtiyacı var.

Biliyorum Hocam, tüm bu anlatılanlara karşı “Umudunuzu yitirmeyin ve çalışın”, “Güneş umuttan şimdi doğar”, “Bakın 29 Ekim’de barikat mı kaldı?” diyeceksiniz.

Siz yine ışıklar içinde buralara bakmaya devam ediniz Hocam.

Sizi çok özledik.

İyi ki doğdunuz.

Kaynak:

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/77-dogum-gununde-turkan-saylana-mektup-390906

Masumiyet karinesi kimler için?


Suçsuzluk karinesi, anayasamızın 38/4 maddesinde bir temel hak olarak düzenlenmiştir. Yargıyı, “oğlan bizim, kız bizim” tekerlemesi içinde görenler ne yazık ki suçsuzluk karinesini her olay ya da davada eşit bir biçimde uygulamamaktadır.
Mart ayında, Ensar Vakfı’nda bir öğretmenin erkek öğrencilere cinsel istismarda bulunduğu haberi iki şeyi ön plana çıkarttı. Biri “gizlilik” kararı, diğeri bu kararın gerekçesi “masumiyet/suçsuzluk” karinesi. Mahkeme, “bir kişi kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olmadan suçlu sayılamaz, bu nedenle bu davada gizlilik kararı veriyorum” dedi. Bu kararın doğruluğunu değil ama dayandığı hukuksal müessesleri reddetmek mümkün değil. Suçsuzluk karinesi, anayasamızın 38/4 maddesinde bir temel hak olarak düzenlenmiştir.

Yedi yıl önce bugün
Yıl 2009… Nisan’ın 13’ü… Saat, sabahın beşi… Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, kanserle mücadele eden Türkan Saylan’ın evi Emniyet tarafından basılıyor. Suçlama ağır. Ergenekon terör örgütüne üyelik. ÇYDD genel merkezinde aramalar, delil olarak alınan belgeler ve bilgisayarlar… 17-18 Nisan 2009… Basında haberler…
ÇYDD Kadıköy şubesinde delil olarak alınan bilgisayar belleğinde “kız çocuklarının askeri öğrencilerle tanıştırıldığı” bilgileri varmış. Haberler devam ediyor. Bakıyoruz, haberlerin yapıldığı tarihlerde bilgisayar bellekleri Emniyet’te ve daha açılmamış bile. Mühürlü torbalarda. Al sana masumiyet karinesi.

Akıllara gelmiyor
Bu iğrenç suçlamalar ile ilgili her gün televizyonlarda konuşmalar, tartışmalar. ‘Ergenekon’ üyeliği unutuluyor. Kız çocuklarının pazarlandığı intibaı beyinlere kazınıyor. Kimsenin aklına “masumiyet karinesi” gelmiyor. Kimse bu davada “gizlilik” kararı verelim demiyor. Yetmiyor, ÇYDD yöneticilerinden Prof. Dr. Ayşe Yüksel tutuklanıyor.
Al sana masumiyet karinesi… Aradan zaman geçiyor… Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki bilgisayarlara bu iğrenç bilgilerin, bilgisayar belleği Emniyet’te iken gizlice yüklendiği bilirkişi raporları ile belirleniyor. Yani bu bilgilerin sahte olduğu ortaya çıkıyor. ÇYDD yöneticileri ve ÇYDD ismi beraat ediyor.

Beraate gizlilik!
ÇYDD’ye her gün suçlama yapan basın, bir kez olsun beraat kararını haber yapmıyor. Zihinlerdeki iğrenç imajın kalmasından memnunlar. Sanki beraat kararı için bir “gizlilik” kararı var. Suçlamaları yaz, beraattan haber verme. Al sana masumiyet karinesi.
Geçenlerde bir yemekte aynı masada oturduğumuz bir kişi, ÇYDD’ye yöneltilen suçlamaları tekrar etti. “Bu konuda bir beraat kararı var. Bu suçlama, sahte delile dayalı. Beraat kararını okumadınız mı?” dediğimde, beraat kararı verildiğini bile bilmediğini söyledi. Tabii ki delillerin sahte olduğundan da haberi yok. Yıka beyinleri, sonra doğruyu söyleme. Al sana masumiyet karinesi. Soruşturmayı yürüten savcılar yurtdışına kaçtı. Emniyet görevlilerinin bir kısmı tutuklandı. Bir kısmı da yurtdışında,“savcılarının” yanında.

‘Bana var, sana yok’
Ensar Vakfı Başkanı, bir televizyona verdiği röportajda “ÇYDD’ye de benzer suçlamaların yapıldığını” söyledi televizyonda. Konuşmasında, suçlamaların sahte delillere dayalı olduğundan veya ÇYDD’nin bu iğrenç suçlamalardan beraat ettiğinden söz etmedi. Televizyon kanalına bu konuda bir açıklama yapması gerektiğini yazdık. Cevap yok. Açıklama da yok. Masumiyet karinesi bile “bana var, sana yok” noktasında Türkiye’mde.
Yargıyı, “oğlan bizim, kız bizim” tekerlemesi içinde görenlerin ülkemiz hukukunu getirdiği nokta bu. Rahmetli Türkan Saylan ile birlikte kaleme aldığımız son nefeste son savunma isimli kitapta son söz olarak şunu söylemiştim: “Hukuk hepimiz içindir. Hukuku hiçe sayanlar, bir gün hukuka muhtaç kalmışlardır. Tarih böyle söylüyor.”

Av. HÜSEYİN KARATAŞ
ÇYDD avukatı ve Onur Kurulu Üyesi
Ülke Politikaları Vakfı Başkanı

Kaynak :
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/masumiyet-karinesi-kimler-icin-514709

Gitmemek üzerine siyaset


Eskiden muhalefetteki siyasi parti iktidara gelmek, iktidardaki siyasi parti ise tekrar iktidara gelmek için çalışırdı. Yolsuzluklar ve ispat edilen yalanlar iktidarı kaybettirirdi. Şimdilerde ne yolsuzluk ne yoksulluk ne yasaklar nede aleni yalanlar ülke iktidarını kaybettirmiyor.

17-25 Aralık yolsuzluk iddialarıaraştırılmadan, soruşturulmadan kapandı. İktidar,iktidardan gitmedi. Yoksulluk aldı başını gidiyor. Yasaklar insanları evlerinde bile tutsak etmiş vaziyette. İktidar, iktidardan gitmedi. Bir nevi meşru sayılmaya başlandı yapılanlar.

“Herkes konuşur, AKP yapar” sloganı ile yola çıkan iktidar, açılım dedi,inkâr etti. Dolmabahçe mutabakatıdedi, inkâr etti. Sahte delillerle açılan davalarla ordu tasfiye edildi,“Paralel’in işi” savunması yapıldı.Paralel de “Paralel devlet” diye anıldı. “Paralel devlet” olmaz! “Paralel iktidar” olur. Eyy iktidar, “kiminle paraleldiniz” diye sorulamadıbile. Paralel çizgiler, paralelliğini bozsanız da kesişir bir noktada. Kesişen iradeniz, gitmemek için yasal zemin hazırlamadaki işbirliği miydi? Bir söylenen bir dakika sonra inkar edildi ama insanların bilgiye ulaşmaları kısıtlandığı için son söylenenler akıllarda kaldı. Basın susturuldu.Gazeteciler hapse atıldı.

Suçlamalar ve hapis…
Cumhurbaşkanı, Mit TIR’larının durdurulması ile ilgili olarak, bunun paralelin işi olduğunu söyledi. “Türkiye bir hukuk devleti olmasaydı bu ihanetin cezası başka olurdu” dedi.Ne olacaktı? Yani ortadan mı kaldıracaktınız haber yapan gazetecileri?
İşte biri de çıktı, bu söylemi emirtelakki etti. Silahla saldırdı Can Dündar’a, “seni yaşatmayacağım”dedi. Hani herkes suçluluğu sabitolana kadar masum sayılırdı? Binlerce yıl önce kabul edilen bu temel insan hakkına ne oldu? Hangi demokrasiden,hangi hukuk devletinden söz ediyoruz? Bir hukuk devletinde bir Cumhurbaşkanı bu sözleri sarf edebilir mi? Suçlama hakkı benim,öldürülme, -olmazsa- hapiste yatma hakkı senin diyebilir mi?

‘Hukuk sadece bana’ mı?
Anayasanın değiştirilmesi teklifdahi edilemez maddelerini yok sayan bir Meclis başkanı var ülkemde.Cumhurbaşkanı bile anayasayı ihlali halinde anayasamıza göre“görmüş değiliz ama” yargılan-abilirken, anayasayı ihlal ettiği açık olan Meclis başkanına dokun-amayan bir hukuk devleti olur mu,yargı olur mu? Bu koruma nereden geliyor? Hani bağımsız ve tarafsız yargı? İktidardan gitmemek için,yargılanmamak için hukuk düzeni yok sayılıyor.

‘Paralel’ partide olur
Geldik siyasi partilere. Muhalefet partileri bulundukları yerden o kadar memnun ki iktidara gelmek gibi bir niyet taşımıyor gibiler.Niyetleri olsa bu konuda bir çabalarıda olurdu. Ama ister iktidarda olsun,ister muhalefette olsun her siyasi partide genel başkanlık, “partinin başında ölmek” yani “gitmemek”üzerine kurulu bir sistem. Hepsi,bütün genel başkanlar genel başkanı olduğu partinin sahibi. Hal böyle iken değişik bir şey oldu. İktidardaki siyasi partinin genel başkanı,Cumhurbaşkanı’nın isteğiyle -talimatıda denebilir- sadece Başbakanlığı değil, genel başkanlığı da bıraktı.

Mantığa da ters
Olamaz! Tüm kabullerin ve alıştırıldığımız mantığın tersine bir durumbu. Partiye üye olmayan, anayasanın 101. maddesi uyarınca partisi ile ilişiği kesilmiş olan Cumhurbaşkanı’nın partinin asıl sahibi gibi davranması nasıl kabul edilecek? Bir paralel arıyorsak asıl paralel bu. Üstelik bu paralel yapıin kâr da edilmiyor. Cumhurbaşkanı“Ne var bunda” diyor. Daha ilginç olanı ne, biliyor musunuz?
Eleman arama ilanlarında aranan elemanda olmasını istedikleri nitelikler yazar ya. “Şu kadar deneyimli,şu kadar eğitim almış biri aranıyor”gibi… Bizdeki durum şu oldu:“Başbakanlık makamına profili düşük birisi aranıyor.
”“Gitmeme”nin başarı ve erdem sayılmaya başlandığı ülkemde “gitmemek”için aranan tek şartın bu olması,partide başbakan seçilmeyenlere“şükür” dedirtebilir de, nasıl hazmedecek müstakbel Başbakan ve nasıl hazmedeceğiz biz yurttaşlar? “AKP genel başkanlığı ve Başbakanlık makamı kaldırılmıştır” diyecekler de,ah hâlâ şu demokrasi ve hukuk diyenler olmasa…

Av. HÜSEYİN KARATAŞ
Ülke Politikaları Vakfı Başkanı

Kaynak :

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/gitmemek-uzerine-siyaset-547511

Avukatından Türkan Saylan’a Doğum Günü İçin Açık Mektup


Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Onur Kurulu Üyesi ve Türkan Saylan’ın avukatlığını yapmış olan Hüseyin Karataş Türkan Saylan’ın doğum günü dolayısıyla yazdığı açık mektubu, ANKA Haber Ajansı aracılığı ile paylaştı.

Karataş, “Hukuk yoksa üstünlüğü de olmaz tabii ki. Ancak, ülkemiz ‘Güneş umuttan doğar’ sözlerinizden hareketle çağdaşlık yolunda yürüyecek ve ‘Umutlarıyla güneş doğacak’. Umudumuzu kaybetmiyoruz. Kaybetmeyeceğiz. İyi ki doğdunuz” dedi.

Saylan’ın kumpas davalarında yargılandığı zaman avukatlığını da yapmış olan ÇYDD Onur Kurulu Üyesi, avukat Hüseyin Karataş, Türkan Saylan’ın 86’ncı doğum gününde ona açık mektup yazdı. Karataş, Saylan’ın yargılanma sürecinde çektirdikleri fotoğrafı da mektubuna ekledi. Karataş mektubunda İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından artan kadın cinayetlerine, iktidar politikalarından ekonomi ve pandemi sürecine kadar çeşitli konulara değindi.

“ÇAĞDAŞLIK YOLUNDA CESARETİYLE HEP ANILACAK OLAN SEVGİLİ HOCAM…”

Karataş’ın; “Çağdaşlık yolunda cesaretiyle hep anılacak olan Sevgili Hocam, eğitim yolunda Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden destek alan gençler, gönüllerinde artan özlemle anıyor seni” diyerek başladığı Saylan’a açık mektubu şöyle:

“Demokrasinin ve laikliğin yok sayıldığı, kadın haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı günlerdeyiz çünkü.

Anadolu’da bir kızımız var öğretmen olacak demiştiniz.

Binlerce genç sizin ışığınızla aydınlandı ve yaşam farkındalığı edindi. Ancak bu farkındalığı yaşayacak ortam kalmadı ülkemizde. Doktorlar, mühendisler, hukukçular beyin göçü hızlandığı gibi, binlerce genç, geleceğini başka ülkelerde arıyor. Her ne yoldan olursa olsun gitme planları yapıyor.

Ülke yönetiminden memnun olan olmayan her gencin hedefi yurtdışı.

Hedef ülkeler de uçuşları durduruyor. Yabancıların girişine izin vermiyor. Amaç, beyinleri uzak tutmak değil, Covid denen bir virüsü uzak tutmak.

Cüzzam gibi ortaya çıkan ama cüzzamın bulaşırlığını trilyonlarca kat aşan hızla ilerleyen ve kısa zamanda maske değiştiren Covid-19. Yeni maskelere varyant diyoruz. Bulaştığında can güvenliğini sağlamak çok zor.

Yaşasaydınız mücadele etmek ne demektir anlatırdınız.

Sadece sağlık mı? Her şey altüst durumda.

Bir suç örgütü lideri ‘telesavaş’ açtı yönetime. Sosyal medyada milyonlar takip ediyor. Derin Devlet mi dersiniz, siyasi cinayetler mi dersiniz, limanlara çökmeler ve uyuşturucu ticareti mi dersiniz her şey gündem oluyor birkaç gün. Anlatılanlar delilli ispatlı ama bir yargı yolu açılmıyor.

Demokrasilerin varlığı hukuka bağlıdır. Hukukun denetlemediği bir yönetim demokrasi değildir.

MÖ 1.700’lerde çıkartılan Hammurabi Kanunlarından tutun 1215 te çıkan Magna Carta ilkelerine kadar tüm hukuksal çabalar insan varlığı ve hukuk önünde eşitliği üzerine idi.

Şimdilerde hukuk önünde cinsiyet, ırk, din, dil ve eşitliği olduğu tartışmalı. Dahası hukukun varlığı tartışmalı.

Eğitim fırsat eşitliği ve kız çocuklarımızın eğitimi üzerindeki emeklerinizi düşündükçe bugünleri yıllar önce gördüğünüzü anlıyor insanlar.

İnanılır gibi değil ama; kızına, torununa cinsel tacizler, cinayetler ve ikinci eşler günlük sıradan haberler olmaya başladı.

Ülkemiz, maalesef kadın haklarını koruyan ve -ilk imza sahibi olmamıza rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı. Tartışmalar sürerken, 17 Kasım 2021 de Cumhurbaşkanı‘bu konu kapanmıştır’ dedi.

2017’de 353, 2018’de 279, 2019’da 336 ve 2020’de 268, 2021 yılında ise ‘şimdilik’ 251 kadın cinayeti işlendi. Bugünlerde günde iki kadın öldürüldüğü haberleri var. Kadına karşışiddet katlanarak artmıyor. Kutlanarak artıyor maalesef.

İktidar, elindeki erki bırakmamak için çaba içinde. Seçimle iktidar değişikliği olacağı haberleri bile darbe olarak anlatılıyor.

Simge, Slogan üzerinden siyaset, Sövme Sayma siyaseti oldu. Muhaliflere ağza alınmayacak sözler söylenmesi ve tehditler sıradan artık.

Ekonomiye gelince;

Partili Cumhurbaşkanı, ekonominin kitabını yazdığını söylese de ülkemizde Türk lirası yabancı paralar karşısında erimekte, hatta yok olmakta. 2002 yılında 1 Amerikan doları 1.67 TL iken bugünlerde 14TL düzeylerine geldi.

Bir zamanlar darbe destekçisi diye yandaş basında ‘şerefsiz’ ilan edilen BAE, biraz dolar göndermeyi düşündüğünü söyleyince kırmızı halılarda karşılandı.

Hukuk tamamen ayaklar altında. Ne AİHM kararları ne de AYM kararları uygulanıyor. Bu kararlara ne uyuluyor ne de saygı duyuluyor. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş AİHM kararlarına rağmen hala tutuklu. Avrupa Birliği, hukukun üstünlüğü ilkesini hatırlatıyor ülkemize.

‘Hukuk’ yoksa üstünlüğü de olmaz tabii ki.

Ancak, ülkemiz, ‘Güneş umuttan doğar’ sözlerinizden hareketle çağdaşlık yolunda yürüyecek ve ‘Umutlarıyla güneş doğacak’.

Umudumuzu kaybetmiyoruz. Kaybetmeyeceğiz.

İyi ki doğdunuz.”

KAYNAK ANKA AJANS

https://ankahaber.net/haber/detay/avukatindan_turkan_saylana_dogum_gunu_icin_acik_mektup_umudumuzu_kaybetmiyoruz_kaybetmeyecegiz_iyi_ki_dogdunuz_65635

Saylan’ın adını silme çabası

Sağlık Bakanlığı’nın zarar ettiği gerekçesiyle Prof. Dr. Türkan Saylan’ın öncülüğünde kurulan hastaneyi kliniğe dönüştürme çabası hukuki zeminde sürüyor. Cüzzamla Savaş Derneği’nin kazandığı dava Danıştay’da bozuldu. Derneğin karar düzeltme talebi ise daire tarafından reddedildi.

Bugün, 62. Dünya Cüzzam Günü. Cüzzam (lepra), yaygın bir hastalık olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün gündemindeki yerini koruyor. Şimdilerde Türkiye’deki tek lepra hastanesi olan Lepra Deri ve Zührevi Hastalıkları Hastanesi kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Sağlık Bakanlığı, zarar ettiği gerekçesiyle Prof. Dr. Türkan Saylan’ın öncülüğünde kurulan hastaneyi kliniğe dönüştürme kararı aldı. Uygulama, bir süreliğine mahkeme kararıyla durduruldu. Ancak Cüzzamla Savaş Derneği’nin kazandığı dava Danıştay’da bozuldu. Derneğin avukatı ve ikinci başkanı Hüseyin Karataş, “Bazılarının, dokunulmazlara dokunan, kız çocuklarının eğitimi için çaba gösteren Türkan Saylan’ın isminin ülkemizde silinmesi için çaba gösterdiğini biliyoruz” diyor.

Hastane, Prof. Saylan’ın başkanı olduğu Cüzzamla Savaş Derneği, İstanbul Tıp Fakültesi ve Sağlık Bakanlığı arasında, 16 Ocak 1981’de imzalanan protokolle bağımsız başhekimlik statüsü kazandı. Sağlık Bakanlığı ise 6 Ocak 2010’da, yıllarca başarılı hizmetleriyle anılan hastaneyi, Bakırköy Doktor Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne bağlama kararı aldı. Protokolü, tek taraflı olarak feshetti.

Avukat Karataş, o tarihten bu yana hukuk savaşı veriyor. Karataş’ın dernek adına Sağlık Bakanlığı aleyhine Ankara 2. İdare Mahkemesi’nde açtığı dava, 3 Şubat 2011’de sonuçlandı. Mahkeme bakanlığın işlemini iptal etti. Kararda, bakanlığın sağlık kuruluşlarıyla ilgili takdir yetkisinin sınırsız olmadığına dikkat çekildi. Cüzzam hastalarının, kendilerini rahat hissedecekleri, müstakil bir hastanede tedavi olmalarının kamu yararına uygun olduğu belirtildi. Kamu hizmeti sunan bir hastaneden kâr amacının beklenemeyeceği vurgulandı.

Danıştay 15. Hukuk Dairesi ise 15 Nisan 2014’te bu kararı bozdu. Bozma kararında, protokolün imzalandığı tarihte 400 binin üzerindeki hastanın, son 5 yılda 20’ye indiği ifade edildi. 2009’da zararla kapatan hastanenin, eğitim hastanesine bağlanırsa, mali ve idari sıkıntısının ortadan kalkabileceği, personele yapılan ek ödemelerde artış olacağı savunuldu.

Bakanlığın kararının kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olduğu belirtildi. Karataş’ın karar düzeltme talebi de daire tarafından reddedildi. Karataş, idare mahkemesinin eski kararında direnmesini beklediklerini söylüyor: “Tam da 62. Dünya Cüzzam Günü olan 25 Ocak’tan iki gün önce, dairenin karar düzeltme istemimizi reddettiğini öğrendik. İdare mahkemesi bu bozma kararına uyabilir veya direnebilir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye kadar taşıyacağız.”

Ömürden bir yıl daha mı gitti ?

Şirket olsak her üç ayda bir, yani her ceyrekte ka’r zarar hesabı cıkartıyor oturduk. Son hesap yıl sonunda çıkardı. İnsan olunca yılda bir hesap

çıkartmak yetiyor. 0 da usulen.

Ama baktığımızda gecmis yılın

ilgili beklentileri konuşuyoruz gibi görünüyor. Televizyonlara bakıyorum. “Yeni yılda neler olsun?” deniyor insanlara. “Piyango cıksa ne yaparsın?” deniyor.

Gelecek yılla ilgili beklentimizi yazının sonuna saklayalım da 2012’de neler oldu? Hukuk acısından. demokrasi acısından kazançlar. kayıplar nelerdir? Onlara bakalım önce.

1980 yılındaki darbeden sonra, yılbaşı öncesi Ingiltere’ye gitmiştim. Sanıyorum bir Fransız Ve bir isviçreli arkadaşla sohbet ederken bana Türkiye’de yönetim biçimini sormuşlardı. Askeri rejim olduğunu ve seçme, seçilme hakkının bulunmadığını söyledim.

“Eskiden nasıldı?” dediler.

“Demokrasiydi.” dedim.

“Nasıl bir demokrasi?”

“Yani seçme ve seçilme var. Kuvvetler ayrılığı var.”

“Peki, katılım var mı? Yani, örneğin seçilmiş iktidar mahallenizden bir yol getirmek istiyor. Yasal olarak her şey tamamlanmış. gerekli kararlar alınmış, yargı denetiminden de geçmiş. Mahalle halkı ise yeşili yok edecek bu yolun oradan geçmesini istemiyor. Mahalle halkı oturma eylemi yapıp oradan yol geçirilmesine engel olabilir mi?”

içimden. “Bir otursunlar da görsünler. soluğu işkence odalarında alırlar.” demiş, arkadaşlara “hayır” dernekle yetinmiştim.

C zaman, “Sorması ayıp, ne demokrasisi?” demişlerdi. Aradan otuz iki yıl geçmiş. Bugün de hala bazı şeyleri içimizden söyleyebiliyor, bazılarını

açıktan söyleyebiliyorsak gecen yıllara acırım. Onu bırakın 2012 yılbaşı kartımızda 1215 Magna Carta’clan söz ederek 2012’nin 796 yıl öncesinden daha adil olmasını dilemiştik. 797 yıla acım.

2012’de Hukukun gelişme sürecinde

demokrasi dendiği zaman ilk anlaşılması ge­reken “kuvvetler ayrılığı” tartışıldı. Yasama ve Yürütme organı iktidarını elinde tutanlar. “Kuvvetler ayrılığı gereksiz, yargı olmasa icraat daha çabuk olur” dediler.

2012’de 20.000 sayfalık iddianameler ve bir bucuk milyon, tekrar ediyorum bir bucuk milyon eki bulunan iddianamelerle insanlar yargılanıyor. Bana bir Allah’ın kulu çıkıp Ola “ben bu iddianamenin ve eklerin tamamını okudum” demesin.

Sorması ayıp, bütün bu yazıları okumaya bir değil on ömür yeter mi?

Yargılananlar için istenen ceza ne? ömür boyu hapislik. Yani ömrünün kalan bütün yıl basılarını hapiste geçirecek mahkum olanlar. Barikat ve biber gazı ile 29 Ekim kutlamalar yapıldı.

Topluca Ankara’ya gitmek isteyen insanlara bineceği, bindiği otobüsler çekme halatı bulunmadığı için çıkış noktalarında engellendi Anıtkabir yolu kesildi.

ODTÜ öğrencileri. sırf demokratik görüş bildirme arzuları. protestoları nedeniyle yine 12 Eylül öncesi ve sonrasında olduğu gibi tartaklandı gözaltına alındı.

Öğrencilerine sahip çıkan öğretim üyelerine karsı öyle sevimsiz ifadeler kullanıldı ki… Demokrasi ile bağdaşır tek yanı yok. Memlekette idare edilenler, idare edeni denetlemedikçe, ne kuvvetler ayrılığı kalır re insanlık onuru.

idare eclilenlerin, idare edenleri denetlemesi de ancak hukuk varsa mümkündür.

Bizim yeni yıl için tek dileğimiz. HUKUK VAR OLSUN.

Neler Oluyor ?

2012 yılı enteresan bir yıl oldu.

2010 yılında Arap baharı ile başladık. Bu yıl, cehennem sıcağı yaz ile devam ediyoruz. Havalar soğur da bahar ateşinin sardığı savaşlar biter mi?

Tunus’ta gösteriler başladığında ilk dikkatimi çeken şu olmuştu: bütün dünya basım koro halinde “acaba hangi Arap ülkelerine sıçrar?” baslığı attılar ertesi gün… Sorması ayıp, nereden biliyorlardı?

Demek ki yol haritası belli imiş… 0 kadar belli imiş ki, domino taşı etkisi dediler… Bir devlet başkanın’ korkunç bicimde aşağılayarak sokakta linç ettiler… Birini zincirle duruşmalara çıkarttılar… Biri kaçtı da kurtuldu…

Arap baharı projesi çok büyük bir proje aslında… Dünya süperleri bir taktik değişikliğine gitti. “Ne gidip adamların memleketinde savaşıp adam kaybedeceğim. Veririm silahları onlar savaşır” dediler… Verdiler… Savaştırdılar… Öldürdüler… Ölenler de o ülkenin çocukları oldu… Taktik tuttu… Proje yürüdü…

Kimse. “Peki o silahların parasını kim ödedi?” diye sormadı… Soramadı… Yanıt aslında çok basit… O ülkenin kaynakları tamamen silahı verenlerin kasasına aktı doğrudan.. Bedeller böyle ödendi…

Sıra Suriye’ye geldi…

1989 yılında Uluslararası Ticaret Odası’nın Paris’te düzenlediği teminat mektupları ile ilgili bir toplantıya katılmıştım. Konuşmacı, “Uluslararası teminat mektupların’ ciddiye almayan ülkeler var. Onlara dersini vereceğiz” deyip ülke isimlerini saymıştı… Libya. Irak ve Suriye demişti, Libya hemen o günlerde bir neden yaratılarak vurulmuştu… Irak bir sonra… Suriye ise demek biraz uyum sağladı ki beklendi…

Türkiye ile Suriye can ciğer kuzu sarmaş idi… Peki, bizim dış politikamızın temel noktası “sıfır sorun” değil miydi komsularla?

Birden Suriye düşmanı

Nedenini anlamadan tehditlere başladık…

Tam bu arada uçağımız düştü…

Düştü mü, düşürüldü mü?

Suriye, “düşürdük” dedi… “bak oğlum git… “biz şöyle yaparız, böyle yaparız”… Tehditlen2 bini bir para… Aradan bunca ay geçti, hala belli değil, düştü mü, düşürüldü mü? Rivayet muhtelif…

Suriye direniyor… Hasmane tavrımız da..

Bu arada iran da dedi ki ” Sıra size de gelebilir… Yanıtlarımız ilginçti…

” Ülkemizle ilgili olarak yapılan asılsız ithamlarla dolu açıklamaları ve son derece yakışıksız tehditleri şiddetle kınıyoruz»… Sorması ayıp. ‘sıra size de gelir’ demek, tehdi mi, itham mı? Ben uyarıda ne itham, ne tehait gördüm… Demek ki ben anlamadım…

Sıfır sorundan sıfır komsuya geldik mi? Sorması ayıp, kimse neden Atatürk’ün “Yurtta’ sulh, cihanda sulh” cümlesini hatırlamıyor? Telaffuz edemiyor?

Ben edeyim… Irak. Musul, Kerkük’te mevcut trilyonlarca dolarlık petrole bekçilik yapmak isteyenler olacak elbette… Ama bu olmamalıyız! Biz, “yurtta sulh, cihanda sulh. demeliyiz. Aksi halde “cihanda savaş, yurtta savaş” tehdidi ile karsı karsıyayız…

Işıklar ve Sevgiyle

Neden ?

Haziran ayı sıcaklarla geldi. Biraz bunaldık galiba. Soğuklardan ve bir türlü ısınmayan havadan söz ederken, bir anda nefes alamadığımızdan bahsetmeye başladık.

Toplumsal gündem de inanılmaz bir hızla akıyor önümüzden aynı sıcaklıkta. Nefes alamıyoruz.

Kürtaj yasaklansın mı?

Sezaryenle doğum yasaklansın mı? Her ailenin üç, üç de yetmez beş çocuğu olsun mu?

Bunlar da nereden çıktı şimdi?

Sorması ayıp, özgür, farkında olan her bireyin kendisinin kararlaştıracağı şeyler, neden yeniden tartışmaya açıldı acaba?

Hatırlarsınız; yılbaşı kartımızda 1215 Magna [arta Libertatum’a değinmiş ve bu yıl ülkemizde özgürlüklerin yedi yüz doksan altı yıl öncesinden daha ileri olması dileğinde bulunmuştuk. Ancak görünen o ki, dileğimiz tutmadı. Birinci, üçüncü, derken yirmi beşinci yargı paketleri konuşuluyor ama özgürlükler bu paketlerin içinde değil. En temel kadın birey özgürlüğü bile tartışmaya açılıyor.

Sorması ayıp, neden?

evet”, başkası hak arayınca “greve hayır” demek adaletli mi?

“Bırakalım bu konuları” diyeceğim ama diyemiyorum. Ülkem adına insan hakları adına düşünülmesi gereken şeyler bunlar, “Bir de ben dile getirsem ayıp mı olur acaba?” diyorum. Bir de yabancılara mülk satışı önündeki engellerin kaldırılması konusu var, hepimizi rahatsız eden.

Mayıs 2012 tarihinde çıkartılan bir yasa ile yabancılara mülk satışı kolaylaştırıldı. Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği ülke vatandaşları için mütekabiliyet (karşılıklılık) esası kaldırıldı ve yabancılara satılacak mülk miktarı arttırıldı. Yabancı bir kişiye önceden en çok yirmi beş dönüm arazi satılabiliyorken, bu miktar yeni düzenlemeyle üç yüz dönüme çıkartıldı. (Bakanlar Kurulu isterse bu miktar iki katına da çıkarılabilecek.)

Sorması ayıp, dünyada kaç ülke karşılıklılık esası olmadan başka ülkenin yurttaşına mülk satıyor?

Sorması ayıp, benim yurttaşıma gayrimenkul satışı yapmayan ülkenin yurttaşına biz niye satış yapıyoruz?

Sorması ayıp, benim yurttaşım İngiliz ile, Suudi ile, Amerikalı ile aynı düzeyde gelir elde ediyor mu ki, onu onlarla rekabet eder duruma sokuyorsunuz?

Sorması ayıp, egemen olmak, bütün tartışmaları kazanmak mı demektir? Bize göre, anlaşamamakta da anlaşılabilir. “siz öyle düşünüyor olabilirsiniz, biz de böyle” diyebilmeli egemenler.

Sorması ayıp, kadınların “bedenimiz bizimdir” demeleri neden hak olmasın?

Kadınlarımız seslerini yükseltmeye başladı. Yakındır, yeni kadın kahramanlar göreceğiz bu savunmalarda.

Bu arada, Türk Hava Yolları’nda haklarını arayan ve çalışma koşullarının iyileşmesi için işi yavaşlatan çalışanlar işten atıldı. Yetmedi, bu sektörde grev yapma yasağı getirildi. Bunları da özgürlüklerin kısıtlanması olarak değerlendiriyoruz.

Sorması ayıp, kendi hakkını ararken “greve

Zaman çok çabuk geçiyor. Mümkün olduğunca keyifli bir yaşam sürmek varken, yaşamı yaşanmaz kılmaya ne gerek var?

Bakın, iki hafta önce, mezun olduğum Tokat Gaziosmanpaşa Lisesi mezunlarının her yıl tekrarlanan mezunlar toplantısına gittim. Mezun olalı tam kırk iki yıl olmuş. Ortaokul birinci sınıfta tanıştığımız arkadaşlarımızla tanısal’ tam kırk sekiz yıl olmuş. Söylemesi uzun ama inanın bir göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş bu kadar yıl.

Çocukluk ve ilk gençlik günlerimizi yeniden yaşadık.

0 dönemlerdeki yaşam zorluklarının aslında bir şey olmadığı, yaşamın şimdilerde daha çekilmez hal aldığı konusunda mutabık kaldık. Yaşanası günleri de yazabileceğimiz bir gelecek umudu ile…

Işıkla ve Sevgiyle…

Sorsa biri…

Ezik halkımız soru sormaya çekinir. Sorulası sorulara da “sorması ayıp” diye başlar. Hâkimlik yıllarımdan beri beni gülümseten bu tavrı çok beğenirim. (Hâkimlik yılları derken 1978’lerden söz ediyorum… Sorması ayıp kaç yaşında oldum şimdi ben?)

Hukuk denince akla hep çok ciddi bir durum gelir. Hele de son zamanlarda… Tutuklulukların cezaya dönüştüğü şikâyeti mi dersiniz, yargısız infaz mı dersiniz, anayasa ile teminat altına alınmış kişilik haklarının ihlali mi dersiniz, özel hayatın gizliliğinin ihlali mi dersiniz?..

Hani Almanlar söyler ya, “Berlin’de hâkimler” var diye. Yargıya güveni ifade eden bu söz, suçsuz veya haksızlığa uğrama olasılığı olan insanların tek dayanağıdır. Güvenirler, çünkü güvenilir bir yargı olacağına inanırlar. Bizim ülkemizde de yargıya güvenelim demekten başka çıkar görünmemekte. Bunlara değineceğiz zaman zaman.

Ben bu dergide yargının ciddi boyutunu ele alırken biraz gülümseten taraftan başlamayı uygun görüyorum. Sorsa biri…

Sorması ayıp; adalet tanrıçasının gözü niye bantlı? Yoksa yüz kızartıcı bir suç mu işlemiş? Sorması ayıp; adalet niye Tanrı tarafından değil de tanrıça tarafından temsil ediliyor?

Sorması ayıp; en büyük adliye bizdeyse en adaletli yargı da bizdedir değil mi?

Sorması ayıp; duruşma saati 10.00 ise duruşmaya 16.00 da girilmesi normal midir? Sorması ayıp; kadın eşinin kendisini tehdit ettiğini Savcılığa bildirmiş, önlem alınmamış, kocası kadını 27 yerinden bıçaklamış, normal midir?

Sorması ayıp; deprem kuşağı ülkemde binalar en küçük sarsıntıda yıkılıp duruyor. Bir tek müteahhit mi yaptı hepsini?

Sorması ayıp; benzine yapılan zamma karşı dava açabilir miyim?

Sorması ayıp; seçimde şu partiye oy verdim. Mahkemeye başvursam oyumu geri alabilir miyim?

Liste uzayacak. Sizler uzatacaksınız. Yazın bize… Biz dergimizde bunlara yanıtlar verelim. Siz de yukarıdaki sorulara ve sonraki yazılarımızda yazacağımız sorulara yanıt verin. En çarpıcı olanlara gelecek yazımızda “sorması ayıp” kutucuğunda yanıtlarıyla yer verelim.

Biraz sessizlik istiyor insan. Ben de öyle yaptım. Biraz şiir, biraz kitap derken sessizliği buldum. Şiirimin adı “DELİ”

deli

ben…

deliyim deli…

sessizliğin delisi.

korkar bütün akıllılar benden…

sus pus olurlar…

bir kuşları

bir de denizi gördüm… benden daha deli…

kuşlar ha’la’ ötüyor… denizde dalga sesleri…

“Her hukukçu, yüksek gerilime alışmak zorunda”